Temmuz 24, 2009

sır

kadim zaman gezginleri gibi,
ta nicelerden beri gezginmiş
biri diğerine,
diğeri birine yolcu olmuş
bilmişlerdi her hali sanki...
her hal ki dünya demekmiş
hayat demekmiş
cennet ve cehennemmiş
tüm coğrafya ve iklimleriyle...

kadim zamandan kalan iki gezgin gibi,
sanki o kadar eski bir tanıdıklıkla,
ve sanki eski bir kırgınlığı taşırcasına,
geçtiler o köşe mezarlıklardan...
ekilemeyen ve söylenemeyen
onca macera ve insanı taşıyordu ikisi,
o hikayeli narin taşlar gibi...
biri farazi hikayelerden yana
diğeri insanlardan yana bereketli...
iki omuz,
iki yük,
yan yana...

bir yönüyle ölüm bir yönüyle yaşam,
görmeyen için bir bahçelik olan o yerlerden
fısıltılar yükseliyordu,
dua gibi...
iyiye işaret hareleri halinde
tüm şehre yayılıyordu,
hayat ve ölüm çizgisi üzerinde ikişer adım
adımlar yuvarlanırken,
billur bir gök çiziliyordu yeniden...
/
hayat,
yolculuk, yolcu olma hali
adımlarda gizli...
ve her yolculuk hali insanî
yükletemez kimseye vebâlini...
kırıklığı yüklenebilirdi lakin...
hem kendininkini
hem kırdığınınkini...

kendine varır kendine döner...
su olur göğe gök yere varır,
şehir iki ayrı yakaya ayrılır,
su durgunluğuyla kalamadan,
bitmez idi
içten içe kırılmalar...

ufak ufak depremler olmuş olsa da
fark ettirilmiyordu...
bu ikili kırıklık,
ki birinin kırklığı diğerinden sebep...
diğerininki birini kırmadan...

ve billur gök yaralı bir kanadından...
kendini bilmezliğin cenahından...

ah ki insandı işte...
ne bildiyse tek kalemde yok edip,
en yüceyken düşüklerin de düşüğü
aşağıların da aşağısı olabiliyordu ki
böyleydi...

vazgeçip sözlerden
renklerle yorumladılar bu hali ki
geri dönüşsüz bir hal miydi,
değil miydi bilinemedi...

griyle yorumlandı olan biten ilkin..
belirsizlik ve tedirginlikti gri...

geldiği şehre en çok yakıştırılandı ya,
elbet hüzündü...
kara bulutların rengi...
hangi yel esse de savuramaz bir kasvetti...
ama ki her karanlık bulutluluk:
bir gökkuşağı umuduydu...
öyleydi...
billur gök eskisi gibi olmazdı...
bu gerçekti... isimler kadar gerçek...
ama
belki kırıldığı yerden çiçeklenir iyileşirdi...
iki kelam ve iki bakışa
"affettim" der,
parmaklarından
beyaz beyaz çiçekler dökerdi yine,
huzur verirdi...
/
renklerle nakşettiler hali...
ikincisi mor idi sanki...
dalgalar üzerinden karşıya gönderildikçe
beyaza çalar bi halde geri geliyordu...
arada mavileşiyor dalgalara renk veriyordu...
gri bulutlara inat...
çiçeklenmeliydi...
çiçeklenecekti...

sonra iyiden iyiye bir yeşil aldı bir pırıltı ki
gündüz yakamozu bu dense
amennalar düşecekti ayın saçlarına...
ikili adımlarla teyitlenerek çoğalacaktı
gündüz pırıltılığı...
yine huzurla...
/
sonra bir aralık geldi yine
gri
kıvrımlı yollardan geçerken geride kalan
yokuşlardan görülen iki gri gölgeydi...
yol güneşlenir ve gölgelenirken,
tek dilek iki pırıltılı gölgeydi...
gölgeyken bile beyaz çiçekler döken
pırıltılar taşıyan iki huzurparesi...
/
renkler gönderilmişti fezaya,
aydınlıklar dileyerek karanlıklara...
renklerle yorumladılardı ya bu hali
bu seferki renksizlikti...

ama beyaza en yakın haldi bu renksizlik
o yüzden güzeldi...
beyaz olamamış olsa da yine,
zamanın ellerinde olgunlaşmaya duran,
zamanabakan çiçeklerinden damıtılacak,
kırılmaların merhemi olup layığını bulacak
tekrar beyaz olması arzulanan
bır sır idi şimdilik ol'an...
demlenmeye duran...




Temmuz 22, 2009

iç kurtları

kelimelere emanet yürüyen aklın önüne dizildi ahkamlar...
sıra sıra...
nizam bozulmadan...
öncesi sessizlik:
sonrası boran...
biri diğerini ezmek parçalamak yok etmek üzere programlanmış
kalabalık ahkamlar...
oğulları: iç kurtlarım....
dayanakları: kelimeler...
kelimeler...
kelimeler...
hem müsebbib hem katil...
vazgeçilemeyen o kelimeler...

kelimelerin ez cümlesi...
herbir hücreme,
herbir yaşamsal zerreme zerk olunuşu,
cennetten düşüşün imzasıydı...
düşüşlerde çelinen: akıllardı
yine kelimelerle...

düşmek ve düşürülmek
ezelde ve ebedde yazılıydı...
anlayamazdık levh-i mahfuzun dilinden...
geri kalan her şey bahane...
ne adem'di ne havva'ydı sebep
kim karşı koyacaktı ki iblise...?
yaratılmışların ve
yaratılacakların içinde kim günahtan tamamen arınıktı...?

ikili hatalara indirgenmişti o düşüş
lakin
herkes idi o düşüşün müsebbibi...
herkes...
ayrı ayrı...
her tekil görünüşlü ikilem ruh...
harcı topraktan karılan ve
o harcın içine kelimeler
ve ki
isimler katılan her beden...

her adem oğlu
ve ki
her havva kızı...

düşüşlerin hissedilişi
paylaşılamayan kısımları bile aynı...
insan, "ortak payda"dan kendine has "pay"lar çıkarttığı zaman bile
bütünden kaçamıyor...
şimdi ol'an gibi...
"pay" çıkartmaya çalıştıkça,
"payda"nın en dibinden, selamlar gönderirken buluyorum kendimi...
kendilerimden oluşan mahşer yerimde...
dünya kadar kalabalık...
dünya kadar yalnız...

cem-i cümlesinden kaçınık,
karanlığa sarınık...
ki aklanmak içindir en karaya bulanmalar...
karalardayken ben
derin bir uyku hali var imiş ki,
beslediğim ve
beslemekten haz aldığım iç kurdum
habersiz çoğalmış...
gizlemiş arkasına en az kendi kadar kemirici ama
daha aç kurtları...
bu yeni gelenlerin kelimelere ve ki düşüşlere kastı daha büyük imiş ki
kuyruklarına astıkları tenekelerden ses çıkmıyor...
tenekelerin içlerinde kelimeler var...
çalınıyorum azalıyorum bu sayede
aç kurtlarımın tenekelerinde paslanıyorum...
peyderpey...

bu kalabalık iç'ten çıkmanın vaktidir artık...
bu denli kemirgen bir coğrafyada yaşamak
bu denli işkence kabiliyeti...

karaya bulanırken
yıldızları görmeyi unutan gözlerime asmalıyım içimi...
gözlerimi de sakin bir yörüngeye...
kurtsuz...
kimsesizliğimi lisan-ı hal ile o kadar belletmeliyim ki evrene,
tanrı kimsesiz şehitlerini yıkamaları için gönderdiği meleklerden
bana da göndersin...

kelimeler...
o anda kelimelere de ihtiyaç kalmaz
sadece aklanış...
çoğulluklarımdan o nihai tek'illiğe varış...
bahanesiz...

Temmuz 18, 2009

rot-balans

"balanssızlıklar ana sarsıntı kaynaklarıdır"
teknik bir ders notu, bu kadar net ortaya koyabilir
her iniş ve çıkışı...

teknik mevzular,
psikolojik tahlillerin "yüksek" rakımlarından pek aşağılanır,
hor görülür,
itilir kakılır ama
kendini bilmezliğin geçkinliği
saçmasapanlığın pik noktasındayken
bu kadar da enfes bir "nokta" olur mevzuya...

iki katmanız hepimiz...
ruh-beden...

bedeni ruhuna dar gelenler var,
ruhu bedenine dar gelenler olduğu kadar...
bir de ruhu bir genişleyip bir büzülenler var,
ve bu sayede hem içerde hem dışarda olanlar,
uzunca bir süre,
bir nefes alışın derinliğine ikna oluncaya kadarki bir süre
gün yüzüne çıkmadan öylece sindiren,
pişen,
yanan;
ve dahi anlaşılmaz bir hal ile
hızlı bir maratonda geride kalışın paniğiyle depara kalkan:
ben gibi....
bensizliği ana titreşim kaynağı olan kimse:
ben gibi...
denizin bulanık hallerinin çökelmesini beklemeden yüzmeye kalkıp
boğulan,
ve dahi boğan,
eksilen ve dahi
eksilten...
deniz durulduktan
kumlar dibe çöktükten
o bulanıklık saydamlığa bıraktıktan sonra kendini,
yanlış denize kulaç attığını fark edip,
zamanın oyununda son puanını da kaptırmış olan...

"böyle gitmemeli" demek hiç bu kadar sahici olmamıştı...
reset makamından ya da default ayarlarından
boy vermek isterken,
kesin bir emniyet için farkındalık tohumları ekiyorum
kıyıda köşede kalmış ruh katmanlarıma...

ve af diliyorum allah'tan
tüm ziyanlarım için...

Blog Listem

İzleyiciler

Hakkımda

Fotoğrafım
bu bâb toprak ahvâlini beyan eder/ki tabiatı soğuk ve kurudur...