Haziran 20, 2010

kem

zamanın kabukları soyulup üst üste dizildiğinde
üstü kapatılan yaraların çürümüşlüğünde
sızıların kuytu hayaletleri çıkınca yüzeye
gece üzerine edilen yeminler düşerken yaraların kenarlarından
son kanamalarda biriken kanamalar da taşkın olunca
ağırlıksız geldiğim insan çekim kanunlarına tersinen
kan göllerinin kaldıramayacağı kadar büyük bir ağırlık oluyorum birden bire...
ağırlaşıyorum...
ağır ağır...
bataklıklaşıyorum bu mesnetsiz kalple birlikte...
kanın kaldırma gücünün aksine...

yaralar...
korkudan örülmüş ağlarla pansumana tabi tutuldular
ellerime sürülen güz yağmurlarının hüznüyle
gerçekler uyutuldu...
lanetin duayı bastırışı gibiydi
ne kadar da iyileştirilse
ne kadar kabuk bağlasa da
yaradan kan sızıyordu işte...
pansumantutmazlıkların üst üste dizildiği yerde...

kendi mutlu başlangıcına hasret intihar filmleri gibi
düşüp düşüp mutlu başlamak parola oldu bu düzlemde
bilemezsin
kalp kan gölünde batar
yara'dan karılı hikayeler ağır gelir
ama oynatılır kendini teslim ettiği ellerde
gövdemin ortasından bir sızı geçer cam kırığı hüznünde
her uzanışıma ipucuyken uzanışların doğurduğu bu içten kesikler
"yaraların bak bu denli büyük olacak gör!" derken o sızı hattı...


...

bilinemedi her söze bile "paha" biçildiği halbuki
her söz
laf-ı güzaftı...
pahaların denklikleri akılları sarstı
doğrunun yolunu gözleyen gözler sarktı...

depremlerin üst üste birikmişliğinde
kalp hep aynı yerden kırılan toprak parçası
neşter üste neşter
hala doymadı...
çile daha dolmadı...

Haziran 19, 2010

demek ki

o denli sağlam değil,
eklemlerin dirayeti kum tanelerinin birbirine düşkünlüğüne eş
yollar silinmiş tozundan iz sürülür olmuş
beyaz bulutları giymeye çalışmak
is püskürten şekilsizlik için saçmalamaların somutluluğu...

demek ki o kadar nefes değil
ölü taklidi yapan bir diri ya da diri taklidi yapan bi ölü
kadim mağraların perili aromalarından alıyor çığlığını
ve evet periler de iyilik'liklerinden değil
sabah ışıklarını karanlığa boğacak kadar fenalık perileri
ölüme yakın her şey
ama zinhar yaşam değil

o kadar güzel değil
kelebek narinliğinde görünüp kaybolan bi düşlem
kandırıkçı ve gaddar
atmosferi plaka plaka bölüp herbirine farklı güzellikler düşürdüğünü sanan bi sinemacı gibi
kendini sihirli sanıyor
güzelliği sihirinden geliyor diye inandırıyor
ama inanmıyorum artık
demek ki o kadar güzel değil...

gözlerimden asit fışkırıyor
bu yüzden perde kapanmalı...
aslında çok güzel renkler var diyorlar
hani o kadar canlı o kadar aşk dolu
elini değsen günışığına turuncu olur parmakların
ve yalasan parmaklarını dilinde portakal çiçekleri
ama burada perde kapalı: izole her şey
dışımdayken ve acı'ma inat bu kadar şekerse
demek ki o kadar renkli değil...

Mayıs 25, 2010

uçurum


her uçurumdan sarktım...

sarktıkça aklım sündü
aşağılara kadar...
bu yüzden beni büyük akıllı sandılar...

her sarkışımda parıldayan bi ateşböceği vardı karşı yakada...
tam ben düşecekken beliren bi ışık sandım,
her seferinde intihara odaklı serzenişlerimi
kendisine çağırmaya muktedir bi ışık...
titrek, zayıf...
belli belirsiz...alçakgönüllü ve kudretli...

sonradan farkettim aslında onun
elinde kadim zaman fenerini taşıyan
sırtı dünyaya dönük rüyam olduğunu...
hep var sandım onu...
görmüyordum
gülüyordu ama bunu biliyordum...
gülüşlerin silinişi-aklımının sünmesi...
birinin kuyruğu diğerinin boynuna dolanmış iki kedi...
iki kedinin dönüşünde bi dünya...
içlenmelerden katmerli, karşılığı olmayan bi göç...
anladın sandım,
anlamadım...

hiçbir düşüncenin tasına sığmayan kelime döngüsü,
bulutların toplanışını bekleyen bi kervangeçmezlik:
cevapsızlıklar...

sündükçe büyüyen,
sorguladıkça semiren,
eylemlerinetezatoaradakiinceçizgi...
bir yere sığamayan bu aklın ceremesi kime ait...
bu bitimi getirelemeyen uçurum,
hangi eksik yanımın nakaratı...
imza: sünek aklın kırık kanatları...





Mayıs 24, 2010

hayat bu işte




taçlandırılmış geçiştirmeler
hiç uymadı bu kayboluşlara...
sorguların dibine biriken zehir
tadılası değil...
ve bu yer değiştirerek ilerleryen kasırgaların
çırpıp dağıttığı ruh parçaları görülesi değil...
uzaktan görünmesizlik...

ikiye kesilen yolların yarısı düğümler atar içe
karışır, boğulur, çözülmemek için and içer âleme
diğer yarım'lık
çekilmezlikler için darlanmaları temsil eder...

köpüren gözyaşı denizi de keyifli bi tema oluşturmaz malesef...
ki içindeki gözyaşı balıklarının da uyumsuzluğu vardır deniziyle:
üzerlerinden geçirdikleri zerrelerin huzursuzluğu
bi titreşime sebep olur
elektriklenme semire semire kendini kusturur denize...
deniz yıldırımları besler
gök denizyıldırımlarıyla ışıldar
yıldızlar kovulur...

elinde kaldıysa o vakte kadar
can çekişen ümitlerin
bu hengâmede hebâ olur...

emeller yaradılışa kafa tutar,
fıtrat yırtılır kanar
en mahreminden
bildiğin gibi deği...

dönerim sanılır da, dönülemez bi hâldir bu...
yer değiştirerek ilerleyen kasırgalara sebep:
bir eylemsizlik hali,

ölü bir balık gibi
karaya vurup durur öylece
sessiz salınımlar...
ve onlardan doğan ağlamalar...

ağlamaktan başka bi dil bilmeyen bi ölü yatar kıyıyla denizin arasında...
kendini bilmez hadsiz şeffaflıkta...
suyun ateşe ateşin suya geçmek istediği o satıhta...
sadece
varlığı kaybolmuş yaratılmışların yürüyebildiği bi sızıda...

"bulutların üstünde" diye başlayan cümleler yasak...
"mutluyum" demeye kalksan boğazında bıçak...
sesini gömer terkedilmiş bir şehir olursun...
lisanın teşhis edilemez...
biri sana hatırlatamadığı için
adını bile unutursun...
bildiğin gibi değil...
dirilsen yenilikler için,
tekrar tekrar zehirin olursun...
geceden kusulur
gündüzde kovulursun...
"yaşamak için bir neden ararken,
ölmek için bulursun..."

Blog Listem

İzleyiciler

Hakkımda

Fotoğrafım
bu bâb toprak ahvâlini beyan eder/ki tabiatı soğuk ve kurudur...