Ocak 26, 2009

ifra

zihinsel med cezirler,
kodlanmış gerçekleri bir yüzeye çıkarıp, bir denize boğarken ben işte
ben
hep o deniz yüzeyine en yakıcada;
ne dokunabilen;
ne denizin kendi;
ne baş dönmesi; ne bulantı;
ne de yüzeye çıkıp kaybolan bir küçük çakıl taşı kadar gerçek olamamış ben...
ne alçakta ne yüksekte...
arafların saygın elemanı ben...

hayali hep sevdim diye bu kadar itilmeli miydim,
durağanlık diledim diye hep gel-gitlere mi mahkum edildim,
gözüm kadar gerçek dediğim neden hep silip silip tekrar yazıyor kendini?
yok işte bu gerçek...
duvar gibi gerçek!...

hayal kusmaktan yoruldu zihnim,
dönen yansıyan ekolanan beni yörünge bellemiş kancalardan koparıp alsan beni...
bilmemenin kıyılarında yıkansa zihnim,
beni sorulara gark eden her şey eriyip köpük olsalar o denizde,
bilmemeler cenneti olsa içimde, şu cennetlikler cehennemi yerine...

pus

ses kısık...
ruh
kesik...
söz yolundan sapmış, anlatamamaların dolambacında salınır...
iç hazin,
dış ahkam,
ruhumun boşluklarına günahlarım doluşur...

belirsiz nefeslerimle: göz bebeklerimden kalp dokuyorum bu pusun içinde...
dokuduğuma değen, ilmek ilmek hisseden var mı...
sorduğum yer: farazi denklemler...
uyuşmanın ve anlamsızlığın orta yerinde kendini eylemeler...

oldurulamayan kırıklar,
beklentisizlikler,
olmayan eksen etrafında tavaflar: "yok halleri"ne göndermeler...

kırık bir bakış gibi içli içli duruyor ellerim,
ulaşamamanın sılasını iç edip
rengini kaybetmiş iki kuru dal gibi
yeşermek üzere gözlerimden alıyor besinini...

geceye emanet...

Ocak 17, 2009

sayıklama

kapıyı çalar ama biz hiç evde değiliz...
gönlünü emanet eder ama hep peşi sıra derinliksiz bir ihanet...
nefsani mi feleki mi bu yorgunluk,
ses veren gizemler...

sessizliğe alışkınlıktayken, yolların sesi: duyulan tek şey:
yalnızlıktan başka bir yalnızlığa yolculuk...

sözler sessizlikler komutasında ilerlerken kaf dağına, orada toplaşıp masal olmak isterlerken bu sessiz diyarda, dilsiz elsiz ayaksız ama yürekliyken bu çığ, gürültüsünü iç ede ede ilerliyor göklerden ...
ne bir uyaran var ne bir işaret...
büyüyüp taşmaktayken, kelimeler anlamlarını kendi elleriyle gömmekteyken tek akış var: içten içe...
içi olana lisan, hal'den süzülür...
lisan-ı hali anlayan ancak çözebilir bu dili...

işte orada duruyor, tam da herkesin son anda fark edip kaçmak istediği yerde...
içsizlerin meramlarını anlatamadıkları yerde alemin kendisine göç ettiği bir yükseklikte selamlıyor kaf'a inen sessiz çığı...
göğsünü sonuna kadar açmış, duruyor...çığ olup çağlamak, çığlıklarla ağlamak için...
dünya gerisin geri dönerken inadına göğüslüyor bu yıdız çığını...

anlayamıyor: alem neden kaçar da gider tüm hayat burdayken? diye diye gülümsüyor gözyaşlarıyla... inanıp kendini sıyırmaya başlıyor kendinden...ruhunu gönlünü usul usul çıkarıp saydam bir düzlem gibi, sonsuz bir kucak gibi asılı kalıyor öylece...
eksik bişey var gidişte...zamanı birileri geriye mi sarmaya başladı tanrım? çepeçevre kuşatılıp içsizlerin merkezinde kalmak da ne?

bütünlüğün olmaması en kati kesinlik...
parça parça her uzay kesitinde bir yansıma... içeriğinde olunulan, geçmişten: belki varoluştan beri biriktirilen ve zamanı geldiğinde hiçi hiçine ötelenen, boşalmış hacimler: insanlar...
boşluklar peşinde sürünmekten bu hale gelmiş zihin parçaları...her alaycı hayalin peşinden koşan ve yorulmayan ve her biri kendi hayaliyle müsemma karakterler...kendini bitirişin galası gibi..

bu parçalanıştan beri dağınıklığa gark oluş kader...
ama işte istediği o değil...
o orada çünkü istemiyor boşunalıkları, keyfiyet edepsizliğini...
yıldızlarını istiyor siz çürütmeden,
eritip mahvetmeden varlığını...
zamanı durduran boşluklarınızı öteleyerek,
iteleyerek suni varlıklarınızı...
yıldızlarını istiyor...
sizin duymadıklarınızı...

Blog Listem

İzleyiciler

Hakkımda

Fotoğrafım
bu bâb toprak ahvâlini beyan eder/ki tabiatı soğuk ve kurudur...